OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E KADIN HAREKETİ



KADIN DERGİ VE DERNEKLERİ

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlar gazete, dernek ve dergiler etrafında toplanmış, hak arayışlarına buralarda örgütlenerek başlamışlardır.
1869 yılında ‘’Terrakki-i Muhaderat’’ la başlayan kadın dergi ve gazetelerinin sayısı Cumhuriyet dönemine kadar 40’a ulaşacaktır.
Bunlardan bazıları; Hanımlara Mahsus Gazete, Şuküfezar,Demet, Mehasin,Kadın, Kadınlar Dünyası dır.
Bu dergi ve gazeteler arasında belki de en önemlisi ve feminizme en yakın olanı ‘’Kadınlar Dünyası’’ isimli dergidir. Tüm yazarları ve yönetim kadrosu kadınlardan oluşan bu dergi kadınların taleplerini iletmede ve seslerini duyurmalarında önemli işlevler görmüştür.
“Biz Osmanlı kadınları şimdiye kadar derin bir uykuda idik. O uykuda müthiş, muzlim, korkunç rüyalar görerek muztarib oluyor idik. Bu uykumuz senelerden beri devam ediyordu. Fakat edemezdi. Nihayet başımıza gelen felâketler, nur-u marifetin gözümüzü yakarcasına şiddeti bizi uyandırdı. Bu uyanmamız pek tabiidir. Kanun-u tabiat iktizasıdır.” (Kadınlar Dünyası, 3 Ekim 1913). Gördüğünüz gibi tüm kadınların büyük bir uyanışta olduğunu ve bunun kaçınılmaz bir uyanış olduğunu cesurca dile getirmişlerdir.
Derginin 1913 Temmuz nüshasında 2. Meşrutiyetle erkeklerin kavuştuğu haklara kadınların da kavuşması gerektiği savunuluyor ve şu sözler dile getiriliyordu;
“Kadınlar, kadınlar!... Hürriyeti erkeklerimize vermediler, onlar cebren aldılar. ‘Hukuk verilmez alınır’ diyorlar. Biz kadınlar da hukuk-ı tabiiye ve medeniyetimizi isteyelim, vermezlerse biz de cebren alalım. Yaşasın hürriyet!’’
Dergi yazarları kadınların insan yerine konmamasından ve bir zevk aracı olarak görülmesinden şikayet ediyor bunu ise Fatma Zerrin şu sözler ile dile getiriyordu.
“Türk erkeklerinin felsefesince, kadınlar dünyaya erkeklerin rahatını temin için gelmiştir… Bu memlekette kadınlığın hayat hakkı yoktur. Kadınlar erkekler için yaşarlar, hürriyetleri yoktur. Erkeklerin esiridirler.” diyen yazar, erkeklerin kadınları, “salon kadınları”, “orta halliler”, “hali vakti yerinde olmayanlar” olarak üçe ayırdıklarını; salon kadınlarını “tatlı bir meyve”, orta hallileri “hizmetçi”, hali vakti olmayanları “esir” olarak gördüklerini söylüyordu.
Ulviye Mevlan tarafından kurulan Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-u Nisvan Cemiyeti (Osmanlı kadınının Hakkını Savunma Derneği) ise Kadınlar Dünyası (1913- 1921) adlı yayın organı ile Osmanlı feminist hareketine bir örnek oluşturdu. Bu dönemde kadınlar konferanslar da düzenlediler. Yayınlar ve konferanslar yoluyla taleplerini belirginleştirdiler, kendilerine olan güveni artırdılar.Örneğin 1911 yılında İstanbul'da bir konakta Beyaz Konferanslar adıyla düzenlenen bir dizi konferansta 300'ü aşan katılımcı vardı.
Fatma Nesibe hanım, ilk konferansında, Doğu'nun ilk kadınlık celsesini açtığını şöyle söylüyordu: “Bugün, tarihi bir gündü. Memleketin muhtelif cihetlerinden, kadınlığın altı bin yıllık zulmetine, hiç olsa da, bir mum ziyası vermek azmiyle buraya kadar koşup gelen ilk tarihi şikayeti izhar olunacak, şarkın ilk celse-i nisvanı in'ikad edecekti.(Doğunun ilk kadınlık celsesi açılacaktı)".
Dernek, çok eşliliğin yasaklanmasını, kadına boşanma hakkının tanınmasını istiyor, eşlerin görücü usulüyle değil birbirleriyle görüşüp tanışarak evlenmesini savunuyordu.
Kadınların çalışma yaşamına katılması için çeşitli çalışmalar yürüten dernek, 1913’te Müslüman Osmanlı kadınlarının ilk kez bir kamu kuruluşuna girmesini sağlayarak önemli bir kazanım elde etti. Bir Fransız şirketinin yönetiminde olan telefon şirketine başvuran kadınlardan yedisi, derneğin mücadelesi ve yılmaz çabaları sonucunda İstanbul Telefon İdaresine kabul edildiler. Alınan memurelerden Bedra Hanım aynı zamanda iş müfettişi olarak tayin edilecekti. O zamana dek 200’ü aşkın Müslüman kadın başvuru yapmasına rağmen, şirket Fransızca ve Rumca bilmedikleri bahanesiyle başvuruları reddetmişti. Kadınlar Dünyası, Fransızcayı ancak yüksek tabakadan ailelere mensup kadınların bildiğini, onların da böyle şirketlere başvurmak gibi bir dertlerinin olmadığını, işe, işçiliğe muhtaç olan kadınlarınsa Türkçeden başka bir dil bilmediklerini belirterek, şirketin tavrının kabul edilemez olduğunu yazıyordu. Şirket sonunda bu mücadele karşısında pes etmek zorunda kalmıştı.
Savaş döneminde kadınlar daha çok toplumsallaşma şansı bulmuş, erkeklerden boşalan kamuda, bankalarda , postanelerdeki görev yerlerini işgal etmişlerdir.

Burada Halide Edip’in şu sözleri dikkat çeker;
“Türk kadınları peçelerini atmakla kalmayıp erkeklerin yerini de tutmuşlardır. Ailelerini doyurmak için çalışmışlar ve boş yerleri işgal etmişlerdir. Türk kadınları bankalara, mağazalara, nezaretlere girdiler. Bu suretle Türk kadınları öyle bir hürriyet kazanmışlardı ki harpten avdet eden kocaları buna nihayet verememişlerdir. Evvelce Türk kadınları lokantalarda yemek yiyemezler; sinema ve tiyatrolarda erkekler ile beraber gidemezlerdi. Evvela bunlara hususi yerler tahsis edilmiş; sonradan istedikleri yerde oturmalarına müsaade olunmuştur. Evvelce Türk kadınları korkak ve küçük gölgelerdi. Şimdi “Kadınlar Birliği” gibi kendilerine mahsus bir cemiyet sahibi bulunuyorlar.”

KADINLARIN EĞİTİMDEKİ YERİ
2. Meşrutiyet döneminden sonra ilköğretim zorunlu olmuş ve kız liseleri tüm yurda yayılmış olmasına karşın kadınların yükseköğrenim şansı ancak tek kadın öğretmen okulu olan Darülmuallimat’ta 28 kişilik bir kontenjanla sınırlı bu 28 kişilik kontenjanın ise sadece 9 tanesi taşradan gelecek öğrenciler içindir.
Ancak 1913 senesinde bu 28 kişilik kontenjan için 300’ü aşkın kız öğrencinin başvuru yaptığını göreceğiz. Burada da yine ‘’ Kadınlar Dünyası ‘’ dergisinin yürüttüğü çalışmalarla kız çocuklarının yükseköğrenim hakkını kazanmaları savunulmuştur.
Kadınlar Dünyası Dergisinde yazan Mükerrem Belkısın şu sözleriyle kadınların yüksek öğrenim hakkını savunduğunu göreceğiz;
“Şimdi biz bir inkılâp yapacağız, terakki edeceğiz. Bunun için kaptanlara ihtiyacımız var. Hiç şüphe yok ki büyük dimağları, rehberleri bize Darülfünun yetiştirecektir.”
Kadınların verdikleri bu kararlı mücadeleler sonucunda öncelikle ilk ‘’kızlar üniversitesi’’ olan
İnas Darülfünunu 1914 yılında açılacak daha sonra ise 1921 yılında yüksek öğretim karma hale getirilecektir.
Yüksek öğretim ‘in karma hale getirilmesi ise ekranda da gördüğünüz gibi bazı kesimleri yine rahatsız etmiş, İstanbul Üniversitesi Rektörü Babanzade Ahmet Naim Bey şunları söyleyerek emre karşı çıkmıştır: “Ben bunu tatbik edemem, kız ve erkek çocukların diz dize oturmalarına razı olamam, bu benim dinime muhaliftir.”
Ancak Türk Ocakları’nda örgütlenen kadın ve erkek öğrenciler İstanbul Üniversitesi rektörüne karşı çıkmış okula toplu halde girmişler ve yapılan tüm müdahalelere rağmen geri adım atmamışlardır.
Sonunda rektörü karma eğitime geçmeye mecbur bırakmışlardır.
KADINLARIN OY HAKKI ARAYIŞI       
1921 yılı kadınların oy arayışı açısından da önemli bir yıl olacak Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti kurulduğu 1913 yılında zamanı gelmediğini düşünerek programına almadığı oy hakkı talebini programına ekleyecekti.
Bunda Avrupa daki başarıların etkisinin de olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Nitekim Arnavutluk kadınlarının 1921 Şubatında oy hakkı almasından sonra Kadınlar Dünyası Dergisinin sayfalarında yer alan şu satırlar da bunu gösterir;
“Türk kadınının zaferini ne vakit ilan edebileceğiz? Bütün münevver kadınlık, hakkının peşinde… Biz daha uyanmayacak mıyız? Mesud ve muzaffer Arnavut hemşirelerime samimi selamlar ve tebrikler.”
Kadınlar Dünyası mütareke yıllarının İstanbul’unun zorlu koşulları ve maddi sorunlar karşısında dayanamayıp 1921 yılında kapandı. Ancak mücadele yaşamın her alanında meyvelerini vermeye başlamıştı bir kez. Kadınlar daha önce geri çevrildikleri işlere artık daha rahat kabul ediliyorlardı. 1921’de İstanbul Postanesinde çalışan kadınların sayısı 85’i Müslüman olmak üzere 90’a çıkmıştı. Kadınlar postanenin havale, telgraf ve muhasebe bölümlerinde görevliydiler. Ancak ücretleri son derece düşüktü ve erkeklerle aralarında ücret eşitsizliği söz konusuydu.

’Dinleyiniz! sizin iki dostunuz var: bugünkü müslüman alemi, öteki millet hakkı için bağıracak milletler; birini kazandınız, ötekini bugünkü açtığınız davanın hak ve ulviyeti kazanacaktır.
Hükümetler düşmanınız, milletler dostunuz, kalbinizde isyan kuvvetinizdir. Böyle muazzam bir günü osmanlı tarihi, osmanlı toprağında bir defa daha idrak edemeyecektir. bugün size haber verdiğim milletlerin hak günü uzak değildir. O gün gelirse içimizden bugün burada bulunanlardan bazıları bu dava yolunda ölmüş olursa, onun mezarı üstüne istiklal bayrağınızla geliniz ve o günü müjdeleyin. şimdi yemin ediniz ve benimle tekrar ediniz: Milletlerin ilahi hakkı ilan olunacağı güne kadar kalbimizde heyecanımız kalacak, eksilmeyecektir. Yedi yüz senenin en asil ve büyük mirası olan vakarımızı, adalet ve terbiyemizi unutmayacağız. Yemin ediniz! Yedi yüz senenin tarihini ağlayan minareler altında yemin ediniz: Bayrağımıza, ecdadımızın namusuna hıyanet etmeyeceğiz.”
Halide Edip Adıvar bir çok devrimin öncüsü olacak adımları attığı gibi Kurtuluş savaşında da Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında durarak bir sivil olduğu halde onbaşılık rütbesine yükseltilmiştir.
Nezahat Baysel, babasıyla beraber Geyve Savaşı, Konya İsyanı, 1. ve 1. İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebeleri’nde düşmanla çarpışır.Gösterdiği kahramanlıkla 70. Alayın simgesi olur. Hele ki Gediz Muharebesi’ndeki olay onu “onbaşı” yapacaktır.
Osmanlı askeri zor durumdadır. Yunan ordusunun saldırıdadır. Cephede karmaşa vardır. Kaçan askerlerin önüne dikilen Nezahat “Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?” diye bağırır. Bu tavır Mehmetçikleri çok etkiler ve geri dönerler.
Soğuk hava ve kar yağışına rağmen üzerindeki montu cephanenin üstüne örten Halime Kocabıyık, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki heyetin dikkatini çekti. Paşa, cepheye taşıdığı mermileri kendi hayatından bile fazla önemseyen bu askeri görünce çok etkilendi ve O`na, `Neden üzerindeki montu mermilerin üzerine örttün, üşümüyor musun?` diye sordu.
Halime Kocabıyık ise `Benim üşümem hiç önemi değil. Bu cephane yüzlerce belki de binlerce askerimizi koruyacak` dedi. Bu cevap üzerine Paşa, Halime Kocabıyık`tan eski tabirle `kafa kağıdını` yani kimliğini istedi. Kocabıyık`ın `kadın` olduğunu anlayan Mustafa Kemal Paşa, yaverine, Kocabıyık`la ilgili tüm bilgileri not aldırarak Ankara`ya döndü.
Kurtuluş Savaşı sonunda Gazi Mustafa Kemal tarafından Ankara`ya çağrılan Halime Kocabıyık, Çankaya Köşkü`nde 15 gün misafir edildi.Çankaya Köşkü`nde düzenlenen törenle İstiklal Madalyası ve `Çavuş` rütbesi verildi. Atatürk`ün verdiği emirle ölene kadar maaşa bağlanan Halime Çavuş, `Benim geride kalan bir ailem var diyerek` Çankaya Köşkü`nden ayrıldı ve Kastamonu`ya döndü.
Kurtuluş Savaşı Mücadelesi daha bir çok kadının var olduğu mücadeledir. Peki savaş bittikten sonra Cumhuriyet’in ilk yıllarında verilen mücadeleler nasıldı?

CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDA KADIN MÜCADELESİ
Cumhuriyet Dönemine gelindiğinde artık kadınlar dergisi kapatılmış olsa dahi hak arayışı konusunda uyanmış bir çok kadın vardı. Bu kadınlardan en önemli temsilciler geçmişte olduğu gibi Halide Edip ve Nezihe Muhiddin idi.
Nezihe Muhiddin Cumhuriyetin ilanıyla birlikte 16 Haziran 1923 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan önce, Cumhuriyet rejiminin ilk fırkası olan Kadınlar Halk Fırkası’nı (KHF) kurar ve 27 maddelik parti nizamnamesi ve programı yayımlanır.
KHF’nin amacı, kadınların siyasi ve sosyal haklarını kazanmak, Meclis’te bu hakları savunmak ve kadınlığın statüsünü yükseltmektir. KHF, İçişleri Bakanlığı’nın iznini beklerken birçok faaliyette bulunmuştur (Maarif Kongresi, Beynelmilel Kadın İttihadı’na temsilci gönderme, Hukuk-i Aile Kararnamesi üzerine bir kadın konferansı düzenlemek ve Medeni Kanun için etkin bir kamuoyu oluşturmak gibi.)
İçişleri Bakanlığı tam sekiz ay süren sessizlik döneminden sonra, ‘kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı’ için KHF’nin kuruluşuna izin vermediğini söyledi..
Bunun üzerine Nezihe Muhiddin ve arkadaşları Kadınlar Birliği’ni kurdu. Kadınlar Birliğinin yayın organı ise ‘’Kadınlar Yolu’’ydu.
1925 yılında İstanbul’da boşalan bir mebusluk için Kadınlar Birliği, kadınların seçilme (ve seçme) hakkı olmamasına rağmen bu mebusluğa kadın aday gösteren bir dilekçeyi belediyeye sunar.
Birliğin bu ve benzer girişimleri, Cumhuriyet gazetesi tarafından imzasız yazı ve karikatürlerle devamlı aşağılanıyordu.
Karikatürlerle kalmayıp isimsiz olarak yayınlanan
“Kadın Birliği tarafından İstanbul seçimleri münasebetiyle yapılan iki taraflı reklama bu sütunlarda biraz dokunmuştuk; hanımlar hassas olurlar, derhal karşılık verdiler. Doğrusunu söylemek lazım gelirse biz de hanımlarımızı gücendirmek istemezdik; fakat ne yapalım ki Türkiye’nin hayatında çok mühim meseleler mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmalarını ilgisizce seyredemezdik.
Dediğimiz gibi: siyasi haklar iddialarına kalkmayan hanımlara karşı reverans yapmasını, el öpmesini, zarifane söz söyleyerek kırmızı boyalı dudaklarda tatlı ve şuh tebessümleri seyretmesini biz de hoş bir eğlence bulanlarla beraberiz. Lakin karşımızda siyasi haklar iddiasına kalkışmış hanımlarla başka türlü konuşmaya cevaz vardır. Onun için bize karşılık veren hanımlara haber verelim ki iş onların zannettikleri gibi değildir…’’
Bu yazılar ve karikatürler isimsiz olmasına karşın dönemin mebuslarından ve gazete yayın yönetmeni olan Yunus Nadi tarafından yazıldığı ve yayınlandığı düşünülmektedir.
Üç yıl sonra 1930’da kadınlara belediyede, 1934’te ise milletvekili seçme ve seçilme hakkı “veriliyor”.
Burada bahsini etmeden geçmememiz gereken bir konuda Nezihe Muhiddin ve Kadınlar Birliği’nin Cumhuriyet yanlısı ve Atatürk destekçisi olduklarıdır.
Elbette kadının o dönemki kazanımlarında Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atarük’ün kararlılığı ve azmi göz ardı edilemez. Atatürk bunun için toplumsal yaşamda kadının varlığını savunan açıklamalar yapmıştır.
Bunlardan bazıları;
“Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.” 
“Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasal hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni konumunu yetki ile işgal etmiş, iş hayatının her aşamasında başarılar göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu yetki ve liyakatle kullanacaktır.”
Kadınlar Birliği ,Uluslararası Kadınlar Birliği’nin 12.Kongresinin ev sahipliğini yaptıktan hemen sonra tek parti döneminin uygulamaları yüzünden kapatılmaya zorlanmıştır.
1930-1950 yılları arasında süren “tek parti dönemi”nin otoriter niteliği, yeni kadını kendi amaçları için biçimlendirmek ve dizginlemek istemesi yüzünden bağımsız bir kadın hareketinin oluşması ve gelişmesi önlenmiştir.
Otuz yıl bir kadın yayını Kadın Gazetesi’ni (1947-1979) çıkaran İffet Halim Oruz, bu gerçeğe 1954 yılında, kadınların parlamentoya en düşük temsilci oranının gerçekleştiği seçim sonrasında, ekranda yer aldığı gibi parmak basıyordu:
“Bizlere artık Kadınlar Birliğine ne lüzum var. İşte Halk Evleri kurulmuştur, orada kadın, erkek milletin yetişmesi bahis mevzuudur diyenlerin başında Kemal Atatürk vardı. İnkılapçı görünenlere katıldık. Fakat bu formül muhakkak ki, kadınlığımızı hem teşkilatsız hem de mücadelesini başka yönlerden yürütmeye sevk etmiştir…. Ancak kadın inkılabı korunmamıştır. Bu aksaklığı gidermek için iki yol vardır. Ya Atatürk’ün kadınlık için açtığı yoldan yürünülecek ya da kadınlık tam teşkilatlanacaktır.”
Özetle söylemek istediğim şudur ki kadınlar eğitimden, toplumdaki yerlerine, çalışma hayatında var olmalarından, kılık kıyafetlerine ve elbette ki oy haklarına kadar küçük ya da büyük bir çok mücadele vermiş her haklarını elde etmek için çaba harcamışlardır.
Bugün yaratılmaya çalışılan düşünce gibi hiçbir hakkımızın bize hediye edilmediğini artık biliyoruz.
Nezihe Muhittinleri, Halide Edipleri, Mükerrem Belkısları, Fatma Zerrinleri ve daha nicelerini arkamıza alarak onların haklı mücadelelerinin ışığında daha da güçlenerek haklarımız için, özgürlüklerimiz için direniyoruz.
Kadınlar mücadele etmeyi bir an olsun bıraktıkları anda bu hakları elimizden almaya ve bizi toplumdan silmeye çalışacak olan erk zihniyet ile mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir.


Yorumlar